Hayatı ve Bilime Katkıları

Ebü’l-Hasen Alî b. Rıdvân b. Alî b. Ca‘fer el-Mısrî (ö. 460/1068 [?])

Fâtımîler döneminin ünlü hekim ve filozofu.

Kahire yakınlarındaki Cîze (Gize) kasabasında doğdu. Çağdaş araştırmacıların birçoğu doğum yılını 388 (998) olarak vermekle birlikte bizzat kendisinin 377’de (987) doğduğunu belirttiği kaydedilir (DMBİ, III, 590). Babası bir fırın işçisi idi. Altı yaşında öğrenime başladı; on yaşında Kahire’ye gitti ve beş yıl içinde temel eğitimini tamamladıktan sonra herhangi bir hocanın yardımı olmaksızın kitaplardan mantık, tabiat ilimleri, astronomi, metafizik ve özellikle tıp çalışmaya başladı. Arapça’da mevcut tıbba dair tercüme veya derleme şeklindeki başlıca kitapları kendi kendine okuyup inceledi. Sokaklarda yıldız falına bakarak ve tıp dersi ve tedavi hizmeti vererek geçim sıkıntısını gidermeye çalıştı. Otuz iki yaşına geldiğinde tıp alanındaki şöhreti artık bu meslekten fazlasıyla para kazanmasına yetecek kadar yayılmıştı. Özellikle Halife Müstansır-Billâh tarafından saray hekimi olarak tayin edilince serveti iyice arttı. Ancak büyük bir veba salgınının ve kıtlığın hüküm sürdüğü bir sırada himayesindeki bir yetim kızın, biriktirdiği 20.000 dinarı alarak ortadan kaybolması maddî sıkıntıya düşmesine ve bunalıma girmesine yol açtı. Bu olaydan sonra inzivaya çekilen İbn Rıdvân, İbn Ebû Usaybia’ya göre 453’te (1061) (Uyûnü’l-enbâ, s. 564), İbnü’l-Kıftî’ye göre ise 460 (1068) yılı dolaylarında (İħbârü’l-ulemâ, s. 288) vefat etti.

Batı’da Haly Eben Rodan ve Rodoham Aegyptius adlarıyla anılan İbn Rıdvân’ın hayatı ve ilmî şahsiyeti hakkında birinci elden bazı bilgiler günümüze kadar ulaşmıştır. İbn Ebû Usaybia onun otobiyografisinden bir bölüm aktarmakta (Uyûnü’l-enbâǿ, s. 561-562), ayrıca Batlamyus’un Tetrabiblos (Quadripartitum) adlı astrolojik eserine yazdığı şerhte de (aş. bk.) bunların benzeri bilgiler bulunmaktadır (Selmân Katâye, el-Mevrid, XII/2 [1983], s. 47; Hamârneh, Isma‘ili Contributions, s. 183). Bu kaynaklardan öğrenildiğine göre, büyük İslâm filozoflarından sayılmasına rağmen (İbn Tağrîberdî, V, 69) asıl ihtisas alanı olarak felsefenin ayrılmaz parçası kabul ettiği tıbbı seçmiş, bu seçimi yaparken de doğum tarihine denk gelen astrolojik verilerin kendi yaratılışına en uygun sahanın tıp olduğunu göstermesine dayanmıştır. Ona göre felsefe ve tıp alanında araştırma yapmak, Allah’a gerçek anlamda taatte bulunmaya imkân veren faziletli bir yaşama biçimidir (İbn Ebû Usaybia, s. 561). Kendisi, günlük çalışmaların telâşından sıyrılıp köşesine çekildiği saatlerde Allah’ın yerdeki ve göklerdeki melekûtunu ilmin ışığında tefekküre daldığını belirtmektedir (a.g.e., s. 562).

İbn Rıdvân’ın ilmî şahsiyetinde ilk göze çarpan iki özellikten biri disiplinli ve planlı çalışması, diğeri tıp eğitimi yöntemine önem vermesidir. Otobiyografisinden anlaşıldığına göre özel hayatında beden sağlığını sürdürmek için dengeli beslenmeye ve spor yapmaya özen göstermiştir. Otuz iki yaşından itibaren düzenli olarak yıllık çalışma planı hazırlamaya başlamış ve her yıl bu programı gözden geçirerek yenilemiştir (a.g.e., s. 561). Öte yandan sevimsiz görünüşüne ve geçimsiz tavırlarına rağmen İbn Rıdvân’ın mükemmel bir öğretmen olduğu anlaşılmaktadır. Bir eğitimci olarak başarısı, kendisi hakkında hiç de olumlu düşünmeyen İbnü’l-Kıftî tarafından dahi vurgulanmıştır. Bu tabakat yazarına göre tıp ve felsefe konusunda hazmedilmemiş bilgilere sahip, orijinallikten uzak ikinci sınıf eserler veren ve öğrencileri tarafından ilmî tutarsızlıkları sebebiyle alaya alınan bu çirkin adamın çok sayıda öğrenciyi etrafına toplaması şaşırtıcıdır (İħbârü’l-Ǿulemâǿ, s. 288). Fakat asıl şaşırtıcı olan, ömrünü tıbba adayan İbn Rıdvân’ın bu ilmi kitaplardan öğrenmenin hocadan öğrenmekten daha uygun olduğunu savunmasıdır. Aslında tıbbı herhangi bir hocadan tahsil etmemiş olması, hasımlarınca hafife alınmasının başlıca sebebi idi; nitekim müzmin muhalifi İbn Butlân onu bu fikirleri yüzünden zor durumda bırakmıştır (İbn Ebû Usaybia, s. 563-564).

İbn Rıdvân’ın tıp tahsilinde kitâbî bilgiye verdiği önem geleneksel tıp teorisine bağlılığıyla da yakından ilgilidir. Thessalius ve Ebû Bekir er-Râzî’nin şahsında “ashâbü’t-tecârib” ve “ashâbü’l-hiyel” adıyla andığı, klinik araştırmalarını esas alan deneyci hekimlerin tıp yaklaşımını güvenilir bulmamış, teori ve pratiğin ayrılmazlığında ısrar ederek kendi tıp anlayışını Hipokrat ve Câlînûs’un mümessili oldukları “ashâbü’l-kıyâs” ekolüyle irtibatlandırmıştır (Selmân Katâye, el-Mevrid, XII/2 [1983], s. 49-50). Fakat bu tavrının onun tıp pratiğine ve tecrübeye önem vermediği şeklinde anlaşılmaması gerekir; nitekim bu gibi yanlış anlamalar Câlînûs hakkında da söz konusudur (bk. CÂLÎNÛS). İbn Rıdvân, Fî Şerefi’ŧ-ŧıb adlı eserinde Hipokrat ve Câlînûs’a olan hayranlığını ifade ederken, Câlînûs’u takip eden İskenderiye tıp okulunun araştırma heyecanından ve orijinal eser verme kabiliyetinden yoksun saydığı yorumcularını eleştirmiş, İslâmî dönemde yetişmiş tıp adamlarını da benzeri gerekçelerle yetersiz bulmuştur. Ona göre kendisinden önce Arapça ya-zan hekimler, hem felsefeye gereken önemi vermemişler hem de tıbbı teori ve pratik diye ikiye bölmüşlerdir; halbuki ne tıpla felsefe birbirinden ayrı düşünülebilir, ne de tıbbın teori ve pratiği arasına katı duvarlar örülebilir. Bu yüzden İbn Rıdvân, tıbbı birbiriyle uzlaşmaz ekollere ayıran yaklaşımın İslâmî dönemde de benimsenmesini esefle karşılamıştır (Hamârneh, Ismâ‘ili Contributions, s. 169-170). Bu durumda onun dogmatik görmediği ashâbü’l-kıyâs ekolünü kuşatıcı, birleştirici ve bütünleştirici özellikleri sebebiyle benimsediği ve üstatları olan Hipokrat ve Câlînûs’a da bu açıdan bağlandığı, Thessalius ile Râzî’yi ise deneyci tavırlardan dolayı bu gelenekten sapmış bulduğu için güvenilir saymadığı söylenebilir. İbn Rıdvân’ı, Câlînûs’un tıp ekollerini tanıtıp tartıştığı Kitâbü’l-Fırâķ’ına şerh ve Râzî’nin Câlînûs’u eleştirdiği Şükûk alâ Câlinûs adlı eserine reddiye yazmaya iten fikrî kabuller bunlardır. İbn Rıdvân’ın kıyas ekolünü bir dogmatizm olarak yorumlamadığının bir başka göstergesi de Kifâyetü’ŧ-ŧabîb adlı eserinde klinik tecrübeye atfettiği önemdir. Ayrıca Câlînûsçu tıp teorisinin her ülkenin özel şartlarında yeniden yorumlanmasını ve pratiğin öylece yönlendirilmesini öngören Defu’l-mażârri’l-ebdân bi-arżı Mıśr adlı eseri de bu açıdan fikir vericidir.

Hekimlik ahlâkını tıp eğitiminin önemli bir parçası sayan İbn Rıdvân’a göre ideal bir hekim şu şartlara sahip bulunmalıdır: Beden sağlığı yerinde, akıllı, iyi huylu olmalı; iyi ve temiz giyinmeli, görünümüne dikkat etmeli; hastalarının sırlarını saklamalı; tedavi ücretini değil tedaviyi ön plana almalı; yararlı gördüğü şeyleri öğretme aşkıyla yanmalı; sağduyulu ve iffetli olmalı; can ve mal konusunda güven telkin etmeli; reçetesinde zehir veya çocuk düşürücü ilâçlar vermemeli ve düşmanını dahi tedavi etmeli (İbn Ebû Usaybia, s. 565).

İbn Rıdvân’ın ilmî birikimine şekil veren literatür yine onun kaleminden günümüze ulaşmıştır. Bunlar arasında edebî ve şer‘î ilimlere dair eserler, Hipokrat ve Galen’in tıp külliyatı, Dioscorides’in farmakoloji alanındaki yazıları, Efesli Rufus, Oribasius ve Paulus gibi tıbbın ünlü yorumcularının eserleri, Râzî’nin el-Ĥâvî’si, tarım ve eczacılık üzerine kitaplar, Batlamyus’un el-Mecisŧî’si ile Tetrabiblos’u, Eflâtun ve Aristo’nun muhtelif kitapları, İskender Afrodîsî ve Themistius gibi felsefe yorumcularının eserleri ve Fârâbî’nin çeşitli kitapları bulunmaktadır (a.g.e., s. 562).

Bu türden tıp ve felsefe kitaplarıyla kendi kendini yetiştiren İbn Rıdvân’ın hem çağdaşlarını hem de önceki otoriteleri aşırı derecede eleştirmesi ve bu konuda yer yer alçaltıcı ifadeler kullanması mizacının haşin ve polemiğe yatkın olduğunu göstermekte, özellikle Huneyn b. İshak, Ebû Ca‘fer İbnü’l-Cezzâr, Ebü’l-Ferec İbnü’t-Tayyib, Râzî ve İbn Butlân’a yönelttiği eleştirilerdeki sert üslûp bunu açıkça ortaya koymaktadır (a.g.e., s. 563). Meselâ el-Ĥâvî yazarı Râzî’deki tıbbî dehanın farkında olmakla birlikte onun Câlînûs gibi bir ilmî otoriteyi sorgulamasını kabullenememiş, ona yönelttiği eleştirilerde hiç gereği yokken kendisine nisbet edilen mülhidce fikirlere de yer vermiştir. Onun İbn Butlân ile olan tartışmaları meşhurdur. Bu tartışma önemsiz bir konuda ihtilâfla başlamış, ancak Kahire ve Bağdat hekimlerinin ilmî kapasiteleri hakkındaki yetersizlik suçlamalarıyla büyüyerek İbn Rıdvân’ın Mısırlı hekimlerle yaptığı bir toplantıda İbn Butlân’ın dışlanması çağrısına kadar varmıştır (ayrıca bk. İBN BUTLÂN). İbn Ebû Usaybia, İbn Rıdvân’ın muhatabına karşı yazdığı yedi risâlenin adını vermektedir (a.g.e., s. 567). Bunlardan günümüze ulaşan üç tanesi İbn Butlân’ın iki cevabıyla birlikte neşredilmiştir (M. Meyerhof - J. Schacht, The Medico-Philosophical Controversy Between Ibn Butlan of Baghdad and Ibn Ridwan of Cairo, Kahire 1937). İbnü’l-Cezzâr’ı hedef alan eleştirileri ise Kitâbü(‘l-Ĥîle fî) DefǾi ma-żârri’l-ebdân bi-arżı Mıśr adlı eserinin yazılış gerekçesini oluşturmaktadır (aş. bk.).

İbn Rıdvân’ın astrolojiye bakış tarzı onun ilmî şahsiyetini belirleme açısından önemlidir. Batlamyus’un Tetrabiblos’una yazdığı şerh ile Kindî, Ebû Ma‘şer el-Belhî ve Bîrûnî gibi astrolojiyi ilim kabul eden bilginler arasına girmiş ve bu ilim sayesinde gelecek olaylar hakkında doğruya yakın tahminlerde bulunulabileceğini iddia etmiştir. Fârâbî ve İbn Sînâ gibi düşünürlerin Batlamyus’un el-Mecisŧî’sini ilmî sayıp onu tamamlaması amacıyla kaleme aldığı astrolojik muhtevalı Tetrabiblos’u gerçekçi bulmamalarına karşılık İbn Rıdvân, fert ve toplumların yaşayacağı kaderin yıldızların oluşturduğu gök haritasına bakılarak okunabileceğine inanmıştır. Göklerin yeri yönettiği şeklindeki eski devirlerden gelen inancı kabul ettikleri halde ilm-i nücûmu yalnızca astronomiden ibaret sayan muhalif gelenek mensupları, göklerin fizikî etkisinin fertlerin iradî tercihlerini yahut toplumların tarihî serüvenlerini belirlemesini mümkün görmemişlerdir. Halbuki İbn Rıdvân’a göre astroloji fizik ve matematik ilkelerine dayalıdır ve dolayısıyla tahminleri de ilmîdir. Öte yandan henüz genç yaşta iken İbnü’l-Heysem’in Fî Đavǿi’l-ķamer adlı eserini içindeki geometrik şekillerle birlikte kendisi için istinsah etmiş olması (İbnü’l-Kıftî, s. 288) ve optik ilminin bu üstadına karşı duyduğu ilgiyi daha sonra da sürdürmesi, onun başından beri günümüzde pozitif denilen ilimlere yönelmiş olduğunu ortaya koymaktadır.

Öğrencileri arasında en tanınmışı Ebû Küseyr Efrâîm İbnü’z-Zaffân el-İsrâilî’dir (İbn Ebû Usaybia, s. 567). Bu yahudi tabibin Halife Müstansır-Billâh ve Müsta‘lî-Billâh zamanında saray hekimliğine kadar yükseldiği ve hemen her sahaya ait kitaplardan oluşan büyük bir özel kütüphane kurduğu bilinmektedir (Hamârneh, Isma‘ili Contributions, s. 174). Yine kaynaklarda, kitaba ve felsefeye düşkünlüğüyle tanınan Fâtımî Emîri Mübeşşir b. Fâtik’in de onunla birlikte ilmî çalışmalarda bulunduğu kaydedilmektedir (İbn Ebû Usaybia, s. 560). İbn Rıdvân, Ebû Zekeriyyâ Yehûda b. Saâde adlı bir yahudi hekim için iki risâle kaleme almıştır. Ancak aralarındaki ilmî münasebetin öğretmen-öğrenci ilişkisi şeklinde olduğu yolunda kesin bilgi mevcut değildir.