Hayatı ve Bilime Katkıları
Daha çok matematik ve mantık alanlarındaki çalışmalarıyla tanınan Osmanlı âlimi.
1143 (1730) yılında Manisa’nın Kırkağaç ilçesine bağlı Gelenbe’de doğdu. Asıl adı İsmâil olup daha çok Gelenbevî olarak anılır. Bazı eserlerinde Şeyhzâde lakabını da kullandığı görülür. Tanınmış bir aileden geldiği anlaşılan Gelenbevî’nin dedesi Mahmud Efendi ile babası Mustafa Efendi’nin ilmiyeye mensup oldukları, her ikisinin de Manisa çevresinde müderrislik ve müftülük yaptıkları bilinmektedir. Babasını küçük yaşta kaybettiği için on üç on dört yaşlarına kadar ciddi anlamda bir eğitim göremeyen Gelenbevî doğduğu kasabada tahsile başladı, bir süre sonra da İstanbul’a giderek Fâtih Medresesi’ne girdi. Burada devrin ünlü müderrislerinden Yâsincizâde Osman Efendi’den Arapça ve naklî ilimleri, “ayaklı kütüphane” diye meşhur olan Müftîzâde Mehmed Emin Efendi’den de aklî ilimleri okudu. Medrese tahsilini tamamladıktan sonra 1177 (1763) yılında açılan ruûs imtihanını kazanarak müderrislik unvanını aldı. Daha sonraki yirmi yıl içinde getirildiği resmî görevler hakkında kaynaklarda yeterli bilgi bulunmamakta, İstanbul’un Zeyrek semtindeki evine kapanarak günlerini daha çok mantık ve matematikle ilgili eserleri mütalaa ve telifle geçirdiği kaydedilmektedir.
Gelenbevî 1197’de (1783) huzur derslerine muhatap olarak katıldı (Ebülulâ Mardin, II-III, 262). Onun, I. Abdülhamid döneminde, gerçekleştirilen ıslahat hareketlerinden sonra kurulan Mühendishâne-i Bahrî-i Hümâyun ile İstihkâm Mektebi gibi bazı öğretim kurumlarında riyaziye hocası olarak görev yaptığı kaydedilir. Gelenbevî, matematik konusundaki dehasını ve bu alanda meydana gelen yenilik ve gelişmeleri takip ettiğini, 1787 yılında İstanbul’a gelen bir Fransız mühendisinin Babıâli’ye sunduğu, ancak dönemin ilim adamlarınca pek anlaşılmayan bazı logaritma cetvellerinin nasıl kullanılacağı hususunda yazdığı, Logaritma Şerhi adıyla da tanınan Şerh-i Cedâvili’l-ensâb adlı Türkçe eseriyle ortaya koymuştur. Kaynakların belirttiğine göre onun bu başarısı, Fransız mühendisinin de katıldığı bir toplantıda devrin reîsülküttâbı Mehmed Râşid Efendi’nin Gelenbevî’ye bir samur divan kürkü armağan etmesiyle kutlandı (Cevdet, IV, 258). Gelenbevî’nin bu şerhi yazarken, söz konusu cetvellerin daha önce III. Mustafa’nın emriyle Kalfazâde İsmâil Çınârî Efendi tarafından Tuhfe-i Behîc-i Rassinî Tercüme-i Zîc-i Kassinî adıyla yapılan Türkçe tercümesinden de faydalandığı anlaşılmaktadır. Ayrıca Gelenbevî’nin, Calet’nin 1783 yılında Paris’te yayımlanan logaritmaya dair eserine düştüğü bazı notlar (Bursalı Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellifleri, III, 296; Bingöl, Gelenbevî İsmail, s. 11), onun ilgi duyduğu alanlarda henüz yaygınlaşmamış olan ilmî literatür ve gelişmeleri dahi dönemin bütün iletişim imkânsızlıklarına rağmen takip ettiğini göstermektedir.
III. Selim’in huzurunda cereyan eden bir başka olay dikkatlerin yeniden Gelenbevî üzerinde toplanmasına vesile olmuştur. Kâğıthane’de gerçekleştirilen bir bayramlaşma töreninde humbara-cıların başarısız atışlar yapmasına çok üzülen padişah, istikamet hesaplarını doğru bir şekilde yapacak bir uzmanın bulunmasını emretmiş, bunun üzerine huzura getirilen Gelenbevî toplardaki açı hatalarını ince riyâzî hesaplarla düzeltmiş, böylece atışlarda tam isabet kaydedilmesini sağlamıştır. III. Selim bu başarısından dolayı Gelenbevî’yi çeşitli hediyelerle ödüllendirdi; kendisine Mora’daki Yenişehir (Yenişehr-i Fenâr, Larissâ) mevleviyeti tevcih edilerek oraya kadı tayin edildi (1204/1790). Gelenbevî bu vazifeyi yürütürken devrin şeyhülislâmı Hamîdîzâde Mustafa Efendi’den, hilâl konusunda rü’yetten ziyade hesaba dayanan görüşlerini ağır bir şekilde eleştiren resmî bir yazı aldı. Bu haksız tenkit karşısında çok üzülen ve beyin kanaması geçirerek felç olan Gelenbevî kısa bir süre sonra Yenişehir’de vefat etti. Mezarı, Uzunçarşılı’nın verdiği bilgiye göre Yenişehir’de Bayraklı Camii Kabristanı’ndadır (Osmanlı Tarihi, IV/2, s. 622). Ebül’ulâ Mardin ise Hacı Cemal Öğütten aldığı şifahî bilgilere dayanarak Gelenbevî’nin, Yunanistan’ın Tesalya bölgesindeki Kostem Köprüsü’nün yakınında inşa edilen bir türbede medfun bulunduğunu kaydeder (Huzur Dersleri, II-III, 264).
Gelenbevî İsmâil Efendi, aklî ve naklî ilimlerin hemen hepsinde söz sahibi olan ve son dönem Osmanlı ilim anlayışını eserleriyle günümüze aktaran önemli şahsiyetlerden biridir. Osmanlı Devleti’nin bütün kurumları ile gerilemeye başladığı bir dönemde yaşamış olmasına rağmen teoriyi pratik alana aktarabilmiş, ilmî gücünü Avrupalılar’a kabul ettirmiş ve ününü devletin sınırları dışına taşırabilmiş çok yönlü bir âlimdir. İstanbul’un Fatih semtinde onun adını taşıyan bir okul (Gelenbevî Lisesi) bulunmaktadır.
1143 (1730) yılında Manisa’nın Kırkağaç ilçesine bağlı Gelenbe’de doğdu. Asıl adı İsmâil olup daha çok Gelenbevî olarak anılır. Bazı eserlerinde Şeyhzâde lakabını da kullandığı görülür. Tanınmış bir aileden geldiği anlaşılan Gelenbevî’nin dedesi Mahmud Efendi ile babası Mustafa Efendi’nin ilmiyeye mensup oldukları, her ikisinin de Manisa çevresinde müderrislik ve müftülük yaptıkları bilinmektedir. Babasını küçük yaşta kaybettiği için on üç on dört yaşlarına kadar ciddi anlamda bir eğitim göremeyen Gelenbevî doğduğu kasabada tahsile başladı, bir süre sonra da İstanbul’a giderek Fâtih Medresesi’ne girdi. Burada devrin ünlü müderrislerinden Yâsincizâde Osman Efendi’den Arapça ve naklî ilimleri, “ayaklı kütüphane” diye meşhur olan Müftîzâde Mehmed Emin Efendi’den de aklî ilimleri okudu. Medrese tahsilini tamamladıktan sonra 1177 (1763) yılında açılan ruûs imtihanını kazanarak müderrislik unvanını aldı. Daha sonraki yirmi yıl içinde getirildiği resmî görevler hakkında kaynaklarda yeterli bilgi bulunmamakta, İstanbul’un Zeyrek semtindeki evine kapanarak günlerini daha çok mantık ve matematikle ilgili eserleri mütalaa ve telifle geçirdiği kaydedilmektedir.
Gelenbevî 1197’de (1783) huzur derslerine muhatap olarak katıldı (Ebülulâ Mardin, II-III, 262). Onun, I. Abdülhamid döneminde, gerçekleştirilen ıslahat hareketlerinden sonra kurulan Mühendishâne-i Bahrî-i Hümâyun ile İstihkâm Mektebi gibi bazı öğretim kurumlarında riyaziye hocası olarak görev yaptığı kaydedilir. Gelenbevî, matematik konusundaki dehasını ve bu alanda meydana gelen yenilik ve gelişmeleri takip ettiğini, 1787 yılında İstanbul’a gelen bir Fransız mühendisinin Babıâli’ye sunduğu, ancak dönemin ilim adamlarınca pek anlaşılmayan bazı logaritma cetvellerinin nasıl kullanılacağı hususunda yazdığı, Logaritma Şerhi adıyla da tanınan Şerh-i Cedâvili’l-ensâb adlı Türkçe eseriyle ortaya koymuştur. Kaynakların belirttiğine göre onun bu başarısı, Fransız mühendisinin de katıldığı bir toplantıda devrin reîsülküttâbı Mehmed Râşid Efendi’nin Gelenbevî’ye bir samur divan kürkü armağan etmesiyle kutlandı (Cevdet, IV, 258). Gelenbevî’nin bu şerhi yazarken, söz konusu cetvellerin daha önce III. Mustafa’nın emriyle Kalfazâde İsmâil Çınârî Efendi tarafından Tuhfe-i Behîc-i Rassinî Tercüme-i Zîc-i Kassinî adıyla yapılan Türkçe tercümesinden de faydalandığı anlaşılmaktadır. Ayrıca Gelenbevî’nin, Calet’nin 1783 yılında Paris’te yayımlanan logaritmaya dair eserine düştüğü bazı notlar (Bursalı Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellifleri, III, 296; Bingöl, Gelenbevî İsmail, s. 11), onun ilgi duyduğu alanlarda henüz yaygınlaşmamış olan ilmî literatür ve gelişmeleri dahi dönemin bütün iletişim imkânsızlıklarına rağmen takip ettiğini göstermektedir.
III. Selim’in huzurunda cereyan eden bir başka olay dikkatlerin yeniden Gelenbevî üzerinde toplanmasına vesile olmuştur. Kâğıthane’de gerçekleştirilen bir bayramlaşma töreninde humbara-cıların başarısız atışlar yapmasına çok üzülen padişah, istikamet hesaplarını doğru bir şekilde yapacak bir uzmanın bulunmasını emretmiş, bunun üzerine huzura getirilen Gelenbevî toplardaki açı hatalarını ince riyâzî hesaplarla düzeltmiş, böylece atışlarda tam isabet kaydedilmesini sağlamıştır. III. Selim bu başarısından dolayı Gelenbevî’yi çeşitli hediyelerle ödüllendirdi; kendisine Mora’daki Yenişehir (Yenişehr-i Fenâr, Larissâ) mevleviyeti tevcih edilerek oraya kadı tayin edildi (1204/1790). Gelenbevî bu vazifeyi yürütürken devrin şeyhülislâmı Hamîdîzâde Mustafa Efendi’den, hilâl konusunda rü’yetten ziyade hesaba dayanan görüşlerini ağır bir şekilde eleştiren resmî bir yazı aldı. Bu haksız tenkit karşısında çok üzülen ve beyin kanaması geçirerek felç olan Gelenbevî kısa bir süre sonra Yenişehir’de vefat etti. Mezarı, Uzunçarşılı’nın verdiği bilgiye göre Yenişehir’de Bayraklı Camii Kabristanı’ndadır (Osmanlı Tarihi, IV/2, s. 622). Ebül’ulâ Mardin ise Hacı Cemal Öğütten aldığı şifahî bilgilere dayanarak Gelenbevî’nin, Yunanistan’ın Tesalya bölgesindeki Kostem Köprüsü’nün yakınında inşa edilen bir türbede medfun bulunduğunu kaydeder (Huzur Dersleri, II-III, 264).
Gelenbevî İsmâil Efendi, aklî ve naklî ilimlerin hemen hepsinde söz sahibi olan ve son dönem Osmanlı ilim anlayışını eserleriyle günümüze aktaran önemli şahsiyetlerden biridir. Osmanlı Devleti’nin bütün kurumları ile gerilemeye başladığı bir dönemde yaşamış olmasına rağmen teoriyi pratik alana aktarabilmiş, ilmî gücünü Avrupalılar’a kabul ettirmiş ve ününü devletin sınırları dışına taşırabilmiş çok yönlü bir âlimdir. İstanbul’un Fatih semtinde onun adını taşıyan bir okul (Gelenbevî Lisesi) bulunmaktadır.
Gelenbevi İsmail Efendi
- Eserleri
- Hayatı ve Bilime Katkıları