Hayatı ve Bilime Katkıları

Ebû Alî Muhammed b. el-Hasen b. el-Hasen b. el-Heysem el-Basrî el-Mısrî (ö. 432/1040 [?])

Optiğin gelişmesine yaptığı önemli katkılarla tanınan Ortaçağ’ın en büyük fizikçisi; matematikçi-astronom, filozof.

Batı dünyasında Alhazen, Alhacen veya Avenetan, Avennathan adlarıyla bilinir. Büyük bir şöhrete sahip olduğu halde hayatına dair yeterli bilgi yoktur. İbn Ebû Usaybia, onun 417’de (1026) altmış üç yaşında iken kaleme aldığı müellif hattı otobiyografik bir risâlesini bularak çalışma tarzı, uyguladığı yöntem, o tarihe kadar okuduğu ve yazdığı eserler üzerine verdiği bilgileri günümüze aktarmıştır. Buna göre 354 (965) yılı civarında doğduğu anlaşılan İbnü’l-Heysem aslen Basralıdır ve Bağdat, Dımaşk, Kahire gibi dönemin ilim ve kültür merkezlerine seyahatler yaparak öğrenimi sırasında elde ettiği aklî ilimlere, özellikle felsefe, mantık, matematik, astronomi ve tıbba dair bilgi ve görgüsünü geliştirdi. Bir ara Büveyhîler yönetimindeki Basra’da vezir unvanıyla divan görevlisi olarak çalıştıysa da ilmî araştırmalarını engelleyen bu görevden bir süre sonra ayrıldı. Fâtımî Halifesi Hâkim-Biemrillâh’a, “Mısır’da olsam Nil nehri üzerine baraj yaparak taşmaları önlerdim” dediğinin ulaştırılması üzerine Mısır’a davet edildi. Fakat Yukarı Mısır’da bulunan Asvan ve çevresinde araştırma ve ölçümler yaparak projesini gerçekleştiremeyeceğini anladı ve halifeden özür diledi. Halife çok kızmakla beraber ona divanda bir görev verdi. İbnü’l-Heysem hayatının önemli bir kısmını bu ülkede geçirdi. Evhamlı ve dengesiz bir kişi olan Hâkim’den çekindiği için huzurlu bir çalışma ortamına ancak onun ölümünden (411/1021) sonra kavuşabildi. 418 (1027) yılında Bağdat’ta geometriyle ilgili bir soruya verdiği cevaptan zaman zaman seyahate çıktığı anlaşılan İbnü’l-Heysem (ǾUyûnü’l-enbâǿ, s. 558) ilerlemiş bir yaşta Mısır’da vefat etti. Ölüm tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte Sâid el-Endelüsî, dostu Kādî Ebû Zeyd’in 430’da (1039) onunla Mısır’da karşılaştığını (Ŧabaķātü’l-ümem, s. 150), İbnü’l-Kıftî ise aynı yıl içinde veya biraz sonra vefat ettiğine dair bir rivayeti aktardıktan sonra İbnü’l-Heysem’in kendi el yazısıyla 432 yılında kaleme aldığı hendeseyle ilgili bir çalışmasını elde ettiğini söyler (İħbârü’l-Ǿulemâǿ, s. 167). Buna göre onun 432’de (1040) öldüğü söylenebilir. İbnü’l-Heysem’in hayatı ve eserleri hakkında bilgi veren kaynaklarda Hasan b. Hasan ve Muhammed b. Hasan şeklinde farklı iki künye ile anılmasından ve özellikle İbn Ebû Usaybia’nın onun çalışmalarını biri klasik felsefe, diğeri matematik ve optik ağırlıklı iki ayrı listede toplamasından hareketle aynı dönemde yaşayan iki İbnü’l-Heysem’in varlığından söz edilmektedir (Rashed, Les mathématiques infinitésimales, II, 8-19; Encyclopedia of the History, s. 405). İddia sahibine göre bunlardan biri Basra’da doğup Kahire’de hayatını sürdürmüştür ve matematik, optik âlimidir; diğeri ise Bağdat’ta yaşamış olup nazarî tıp âlimi ve filozoftur. Ancak bu iddia Abdülhamîd İbrâhim Sabra (A. I. Sabra) tarafından reddedilmiştir (Zeitschrift für Geschichte, XII [1998], s. 1). Şahıs olarak iki ayrı İbnü’l-Heysem’in varlığı söz konusu edilmese de bir tek İbnü’l-Heysem’in hayatı, ilgi yönü ve eserlerinin özellikleri açısından iki safhaya ayrılabilir. Çünkü onun otobiyografisinde verdiği bilgilerden, önce felsefî ilimlerin fürûu ile ilgilendiği ve bu dönemde klasik felsefenin konularına dair meselelerin anlaşılır hale getirilmesini amaçlayan, daha sonra ise matematik, astronomi ve optiğin esaslarına yönelik, bu disiplinlerin problemlerini çözmeye çalışan eserler telif ettiğini söylemek mümkündür. Bu durumda, yetişme döneminde genel olarak felsefî ilimlerle uğraşan ve bu alanda eser veren İbnü’l-Heysem ile olgunluk çağında daha çok matematik, geometri ve optikle meşgul olan, herkes için değil, “binlerce insan arasında ancak bir tane bulunabilecek uzmanlar ve sınırlı sayıdaki seçkin insanlar” için yazan İbnü’l-Heysem’i birbirinden ayırmak mümkün olacaktır (İbn Ebû Usaybia, s. 553; Heinen, Die islamische welt zwischen Mittelalter und Neuzeit, s. 261; ayrıca bk. Rebstock, s. 66-67).

Bütün kaynaklar İbnü’l-Heysem’in mal ve mevkiye değer vermeyen, geçimini güzel yazısıyla kazanan bir zâhid olduğu hususunda görüş birliği içindedir. İbnü’l-Kıftî’nin naklettiğine göre ölünceye kadar her yıl Öklid’in Uśûlü’l-hendese’sini, Batlamyus’un el-Mecisŧî’sini ve Câlînûs’un el-Mütevassıŧât’ını istinsah ederek 150 dinara satmış ve bununla geçinmiştir (İħbârü’l-Ǿulemâǿ, s. 167). İslâm ilim ve düşüncesinin zirveye ulaştığı bir dönemde yaşayan İbnü’l-Heysem, Mu‘tezile kelâmcısı Kādî Abdülcebbâr, Eş‘arî kelâmcısı Ebû Bekir el-Bâkıllânî, filozof İbn Miskeveyh, İbn Sînâ ve Bîrûnî ile çağdaştı. Kendisi Eskiçağ bilgin ve filozoflarının eserleri üzerinde çalışmış, onlara şerhler, hâşiyeler yazmış ve bir kısmını telhis etmişse de esas başarısını matematik, astronomi ve optik alanlarında göstermiştir. Ancak çağdaşı İslâm filozoflarının görüşlerine yer vermediği gibi onlara herhangi bir göndermede de bulunmamıştır. Bu arada gerek İlkçağ’da yaşayanların, gerekse çağdaşlarının eserlerini veya bazı görüşlerini eleştirmek üzere müstakil birçok kitap, makale ve risâle kaleme almıştır. Meselâ zındık olarak tanınan İbnü’r-Râvendî ile Ebû Bekir er-Râzî’nin peygamberliği eleştiren görüşlerine ve Mu‘tezile’nin “sıfat” ve “vaîd” anlayışlarına karşı birer risâle telif etmiştir. Ayrıca âlemin yaratılmışlığını ispat etmek üzere kelâmcıların ortaya koyduğu delilin tutarsızlığını ve bunun ancak doğru kıyasla kanıtlanabileceğini göstermek üzere bir makale yazmıştır. Bîrûnî gibi âlim-filozof tipini temsil eden İbnü’l-Heysem, zamanın sonradanlığını savunan kelâmcılara karşı filozofların yanında yer almış ve Allah’ın fâil olmadığı bir anın bulunamayacağı fikrini temellendirmeye çalışmıştır.

İbnü’l-Heysem, İbn Ebû Usaybia kanalıyla günümüze intikal eden hayat hikâyesinde kendi ilim ve metot anlayışını açık bir şekilde ortaya koymuştur. Onun Gazzâlî’den çok önce bir ilim adamında bulunması gereken temkin, ihtiyat ve ilmî şüphenin ne olduğu hususundaki görüşü şöyledir: “Küçük yaştan beri insanların farklı inançlara sahip olmasına, her kesimin kendi görüşüne sıkıca bağlanmasına hep şüphe ile baktım. Çok iyi biliyordum ki hakikat tektir; o konudaki görüş ayrılıkları farklı yöntem kullanmaktan kaynaklanmaktadır... Aklî bilgileri kavrayacak düzeye gelince gerçeğin kaynağını aramaya başladım. Olanca hırsımla zan ve şüphenin aldatmasından kurtaracak bir yöntem aradım... Çünkü gerçeği bulmak zor, ona giden yol sarp ve hakikat şüphelerle örtülüdür. Ulemâya iyimser gözle bakmak ise insanın yapısında vardır... Dolayısıyla önceki nesillerin kitaplarını inceleyen ve onlara iyimser gözle bakan hakikat arayıcısı olamaz. Gerçekte hakikat arayıcısı, kendisinin onlar hakkındaki görüşünü eleştirdiği gibi okuduklarını da eleştirip delillerle kanıtlayandır... Hakikat doğrudan amaçtır, onu arayan kimseyi onun varlığından başka hiçbir şey ilgilendirmez... Zira Allah ulemâyı hata ve kusurdan korumuş değildir; eğer öyle olsaydı ulemâ arasında hiçbir ilim dalında ihtilâf bulunmaz ve herhangi bir konuda gerçeğe ilişkin görüşleri farklı olmazdı. Halbuki durum bunun tersidir... Bu sebeple ilmî eserleri inceleyen kimsenin amacı gerçeğin bilgisine ulaşmaksa kendisini o eserdeki fikirlerin hasmı (antitezi) yerine koyup o gözle okumalı ve bütün yönleriyle sorgulayıp eleştirmeli; aynı zamanda kendi görüşünü de eleştirerek müellife karşı hoşgörüsüz davranmamalı. Böyle bir yöntem izleyecek olursa hakikatler apaçık ortaya çıkar... Bütün bunları dikkate alarak farklı düşünce ve inançları, çeşitli ilim ve dinleri araştırmaya koyuldum. Bunlar bana fazla bir şey vermediği gibi gerçeğe ulaşmak için bir yöntem, kesin bilgiye kavuşturacak yeni bir anlayış da kazandırmadı. Gerçeği bulmak için duyu verilerinden hareket ederek aklî bilgiye ulaşmam gerektiğini anladım” (a.g.e., s. 552). Daha sonra o, Aristo külliyatı üzerinde çalışarak ilmî formasyon kazandığını, özellikle matematik, fizik ve metafizik alanında yoğunlaştığını söyler.

Matematik ve astronomiyle ilgili araştırmalarından önce optik alanında devrim sayılan çalışmalarıyla tanınan İbnü’l-Heysem, İlkçağ’dan XVII. yüzyıla kadar optik tarihinin en önemli şahsiyeti olarak kabul edilir. Matematiksel analizle olgunun fiziksel boyutunu da işin içine katarak düzenlediği ayrıntılı deneylerle modern anlamda bir fizik çalışması gerçekleştirmiş ve optiği ilkeleri, problemleri, çözüm yol ve yöntemleriyle çok iyi işlenmiş bir bilim haline getirmiştir. Onun özellikle ortaya koyduğu Kitâbü’l-Menâžır adlı eserinde ışığın doğrusal (doğru boyunca, rectilinear) yayılımı, gölgenin özellikleri, karanlık oda, gök kuşağı ve hâlenin oluşumu, yansıma ve kırılma konuları gibi pek çok temel optik olguyu inceleyerek bu ilmi kökten değiştirdiği görülür. İbnü’l-Heysem’in optik ilmine getirdiği yenilikleri Kitâbü’l-Menâžır’dan ve konuyla ilgili diğer çalışmalarından faydalanarak şu şekilde özetlemek mümkündür: Işığın mahiyetini felsefeden çok matematiksel ve deneysel metotlarla araştırmış, yaptığı optiğe ilişkin araç ve gereçlere dayanarak düzenlediği deneyleri birer apaçık kanıtlama vasıtası olarak kullanmıştır. Açıkça modern bilimsel tavır sergilediği bu anlatımıyla hem yanlışlıklarına rağmen kullanılagelen önceden ileri sürülmüş tezlerin çürütülmesini sağlamış, hem de kendi tezlerinin doğruluğunu kanıtlayarak optik disiplininin, âdeta doğru önermeler topluluğundan meydana gelen bir temel bilim halini almasına yol açmıştır. Öncelikle ışık kaynaklarını ve yaydıkları ışıkların niteliklerini incelemiş, kendisi ışık kaynağı olan nesnelerin ışığına birincil, ışıklandırılmış nesnelerin yaydığı ışığa da ikincil ışık adını vermiştir. Aynı zamanda ışığın doğru boyunca yayıldığını düşünerek bunun kanıtlanması için -bugünkü fotoğraf makinesinin esasını teşkil eden- karanlık oda deneyini ve gölgelerin niteliklerini dikkate alan daha başka deneyleri düzenlemiştir. İster kendisi ışık kaynağı olsun, isterse ışığını diğer bir ışıklı nesneden alsın her kaynaktan çıkan bütün ışıkların doğrusal çizgilerde yayıldığını belirlemiştir. Gözün yapısını, görmenin mahiyetini ve görme bozukluklarının sebebini bugünkü bilgilere çok yakın şekilde açıklamıştır. Onun görme konusundaki en büyük başarısı, öncelikle ışığın gözden çıktığını savunan gözışın kuramını yıkıp ışığın nesneden geldiğini kanıtlamasıdır. Böylece görmenin hem fiziksel olduğunu hem de nesneden göze ulaşan ışınlar aracılığıyla oluştuğunu matematiksel ispatlarla ortaya koymuştur. Yansıma (catoptrics) konusunda, kendinden ışıklı ve ışıklandırılmış nesnelerin ışıklarının, yani birincil ve ikincil ışık kaynaklarının yaydıkları ışıkların düz, küresel, silindirik ve konik aynalardan yansımalarını deneyler yaparak incelemiş ve kanunlarını geometrik yoldan ispat etmiştir. Özellikle yansımanın nedensel analiziyle ilgili çalışması konuya yeni bir yaklaşım getirmesi bakımından önemlidir. Yansımanın birinci temel kanunu, yansıma durumunda gelme ve yansıma açılarının (şekildeki a açıları) eşit olduğunu belirtir. İbnü’l-Heysem, bu kanunun kanıtlanmasını önceki yaklaşımlardan çok farklı biçimde ele almıştır. İzlediği yöntem, gelen ve yansıyan ışınlara etki ettiği düşünülen kuvvetleri veya birleşenleri göz önünde tutan bugünkü hızlar dörtgeni yöntemidir. Ona göre ışık çok yüksek bir hızla hareket eder ve ayna yüzeyine ulaştığında ne orada durabilir ne de içine işleyebilir; dolayısıyla hâlâ orijinal hareketin yapı ve gücüne sahip olduğundan aynı eğim derecesiyle yansıyarak yoluna devam eder.

Gök kuşağı da güneşten gelen ışınların çukur (konkav) bir yansıtıcı yüzey görevi yapan bulutun iç kısmında yansıma yapmasıyla ortaya çıkar; değişik renklerin oluşması ise ışınların girdiği ortamın yoğunluğuna bağlıdır. Buna karşılık hâle de tümsek (konveks) yüzeyden, yani küreden yansıyan radyal ışınların toplamıdır. İbnü’l-Heysem, optik kırılmayı açıklamak için mekanik analojilere başvurmuş ve ışığın kırılmasını, fırlatılan bir taşın direnci daha çok veya daha az başka bir ortama geçerken hareketinde meydana gelen değişmeyle karşılaştırmıştır. Ona göre ışık saydam nesnelerde çok büyük bir hızla hareket eder ve hızı, az yoğun ortamlarda çok yoğun ortamlara göre daha fazladır. Bu gözlemler sonucunda ışığın hızının, geçmesine izin veren saydam ve engelleyen mat ortamlarda azaldığını ve matlığın arttığı oranda büküldüğünü belirlemiştir. Burada dikkati çeken ilk husus yoğun ortamda ışığın hızının azaldığının belirtilmesidir; çünkü bu durum, her ne kadar açıkça söylemese de ışığın mahiyetini -günümüz optik ilmi gibi- parçacık olarak kabul ettiğini göstermektedir. Öte yandan katı bir nesnenin sabit bir cisme dik açı yapacak doğrultuyla fırlatıldığında, onu diğer açılardan gelenlere nisbeten daha kolay tahrip ettiği gözlemine dayanarak yansımada olduğu gibi kırılmada da genel bir kural tesbit etmiştir: Dik hareket daha güçlü ve kolaydır; dike yakın eğimli hareket de uzak olan hareketten daha kolaydır. Buna göre dik ışın o doğrultu boyunca ortaya çıkan hareketin gücünden dolayı, demir bir güllenin dik olarak fırlatıldığında karşısındaki cisme kolaylıkla girmesi gibi kırılmaksızın yoğun ortama nüfuz edebilir; eğimli ışın ise aynı doğrultuyu sürdürebilmek için yeterince güçlü olmadığından ortama daha rahat nüfuz edebileceği diğer bir yöne döner. İbnü’l-Heysem’in teorileri bilim dünyasında çok etkili olmuş ve kendisi Doğu’da ve Batı’da XVII. yüzyıla kadar optikte otorite kabul edilmiştir. Onun bu başarısının altında yatan en önemli husus kendisinden önceki bilim adamlarının düştükleri yanlışlara düşmemesi, yani bir teoriyi kabul edip diğerini çürütmek yerine orijinal fikirler üretmeye çalışmasıdır.